Başbakan Erdoğan, “(AKP) diyenler ne yazık ki demokratik noktadaki etik kurallara uymadan, siyasi etiği hiçe sayarak bunu edep dışı söylemektedirler. Bu kadar açık ve ağır söylüyorum. Çünkü bizim Yargıtay Başsavcılığı’nda olan kısaltılmış adımız AK Parti’dir. Herkes bunu böyle yazmaya mecburdur. Böyle yazmıyorsa bu edebe, adaba sığmaz.
Benim yasal olarak kısaltılmış adım neyse onu söylemeye mecbursun. O zaman iftira atıyorsun. Bizi olmadığımız şekilde gösteriyorsun. Olmadığımız bir isimle anmaya çalışıyorsun. Şüphesiz ki tabii bizim onlara saygımız olmaz” demiş.
Öyle demiş, ancak sayın başbakan yanılıyor; çünkü “Türkçe Dilbilgisi Kuralları” o adın kısaltma olarak yazılışının “AKP”, okunuşunun da “a-ke-pe” biçiminde olacağını belirtiyor!..
Sayın başbakanın partisinin “resmi” adı “Adalet ve Kalkınma Partisi” ise, bu adın Türkçe kısaltımı, onyıllardır yürürlükte olan “Türkçe Dilbiigisi Kuralları” uyarınca ancak “AKP” biçiminde olabilir.
Üstelik “Türkçe Dilbiigisi Kuralları” “AK Parti” biçimindeki bir adın da kısaltıldığında “AP” olacağını belirtiyor.
Çünkü, özel adlar ya ilk harfleri ya da tüm harfleri büyük olarak yazılırlar. Özel bir grafik uygulama-vurgulama dışında, hele “resmi” uygulamalarda hiçbir özel ad, keyfe göre ikinci harfi de büyük olarak yazılamaz.
Dilimizdeki ak-kara karşıtlığının çağrışım gücünden yararlanmak için yapılmış olan bu yaratıcı kurnazlık, bir seçim broşürü, afişi ya da tanıtım filminin karelerinde kullanıldığında hoşgörüyle karşılanabilir. Ancak resmi uygulamalarda, hele “seçim pusulası”nda “AKP” yerine “AK Parti” yazılışını kullanmak, sivil ya da resmi “ortak dil paydamız” olan “Türkçe Dilbilgisi Kuralları”na apaçık aykırıdır.
Sayın başbakanın “resmi” bir saptama yaptırarak, partisinin adını “AK Parti” olarak dillendiriyor ve dillendirtiyor olmasının, “Türkçe Dilbilgisi Kuralları” konusunda yeterince (örneğin bizim dönemimizin ortaokul Türkçe donanımı düzeyinde) bilgi sahibi kişiler için hiçbir geçerliliği olamaz.
Bu durum olsa olsa “Ben yaptım, oldu!..” anlayışının “yaratıcı ve kurnazca” bir örneği olabilir, o kadar!..
Türkçe dil bilinci olan dilseverler, Atatürk’ün kurup çalışmalarına yoğun biçimde katıldığı, yönlerdirdiği ve ölümünden sonra da “özerk” bir kurum olarak Dil Devrimimiz doğrultusunda çalışmalarını sürdürmesi, ulusal dilimizi koruyup kollaması için kalıtından (mirasından) pay bıraktığı Türk Dil Kurumu’nun yapısını ve Atatürk’ün kalıtını “hukuk dışı” bir yöntemle yok eden “12 Eylül Dönemi”ni tiksintiyle anıyor.
Üzülerek belirteyim: Bay Kenan Evren’in, MBK üyesi arkadaşı Tahsin Şahinkaya’nın (kendisinin Türkçe yetkinliğini belirten en küçük bir kanıt bile bulunmamaktadır) önerisini “1982 Anayasası”na sokuşturma becerisi, tam 26 yıldır tarihimizin utanç sayfaları arasındaki yerini koruyor.
Eğer o buyurganlık dönemi gibi bir dönemde değilsek, eğer Türkçe “keyfi” uygulamaların “resmi” onaylar bulabildiği bir yozlaşma döneminde değilse; başta Atatürk’ün kurduğu TDK’nin yerine “oluşturulan” AKDTYK – TDK olmak üzere, yeterince “Türkçe Dilbilgisi Kuralları” donanımı olanların bu konuda ”edep ve adap” çerçevesinde açıklama yapması ve bu “resmi” onaylı yanlışlığın yine “resmi” olarak düzeltilmesi gerekmez mi?..
Yanlış, “resmi onaylı” bile olsa “yanlış”tır, değil mi?..
Ne dersiniz; 26 yıldır “özerk” bir kurum değil, bir “devlet dairesi” olan AKDTYK – TDK’den bu konuda ses çıkar mı?
Eski TRT Spikeri-Sunucu-Seslendirmen / İstanbul / 4 Haz. 09